AHLAT AĞACI – İNCELEME
İyi film nedir?
–
Ahlat Ağacı; başında, sonunda hiçbir yerinde adını yazmayan fakat buna rağmen her yeri buram buram Nuri Bilge Ceylan kokan bir film. Tam olarak herkesin çekmek isteyip asla yanına yaklaşamayacağı, sinema dünyasını ikiye bölüp bir yarıyı Nuri Bilge Ceylan’ın arkasında ondan arta kalanları toplayıp kendi hikayelerini anlatmak isteyenlere veren; diğer yarıyı sırf böyle bir filmi asla çekemeyeceklerini bildikleri için, onun karşısına geçenlere veren bir sinema devrimi. Normalde önce filmin konusuna daha sonra geneline bakarım ama öyle bir konu var ki ortada tam olarak neyi baz almamız gerektiği büyük bir kara delikten ibaret.
Gençliğini ‘Doğu’nun taşrasında çürütmüş’ bir babanın daha iyiyi bulup turnayı gözünden vurma amacıyla itibarına kadar her şeyi kaybetmesi, babanın arkasında bıraktığı yıkık ama tam olarak neye yıkıldığını kendilerinin de bilmediği bir aile, yazdıklarıyla söyledikleri çelişen bir avuç aydın ekip, dini hayatın merkezine koyan fakat din hakkında kendisi asla düşünmemiş din adamları, birilerinin yazacaklarına değer vermeyen fakat buna rağmen ‘o çok okur’ unvanı alan ‘okuyan kesim’.. ve hepsinin ortasında hepsinin hayatına bir hayalet gibi dokunan, küçük bir kasabadan büyük bir şehre okumaya giden ve sonra amaçları için yeniden küçük kasabasına dönen Sinan’ın hikayesi. Bu filmde küçük kasaba, büyük şehir, daha büyük şehir ve ışıltılı bir yaşam yok. Film başladığı yerde bitiyor. Karşımızda hayalleri için büyük şehirden küçük kasabaya dönen bir adam var.
Sinan mükemmel yazılmış ve mükemmel işlenmiş bir karakter. Herkesin hayatına dokunan, sorgulayan sorgulatan biri. Yazarlara yazarlık, imamlara imamlık, aşıklara aşk, insanlara insanlık öğretiyor. Onun rüyaları, ince ipinde yürüdüğü intihar çizgisi, hayalleri ve hayallerinin yıkılışı bana bazı sahnelerde çok ağır geldi. Babasından nefret etmek için çabalayan fakat sonunda onun gibi olduğunu kabullenen bir adam. Fikirleri tamamen oturmuş biri olarak sunulsa da kendi içinde o kadar çok çatlamaları, parçalanmaları var ki; hepsini bir araya getirse daha da çok yıkılacakmış gibi. Aklında hep bir yok olmak isteme fikri var. Köpeğin suya atlayışı, kuyudaki intihar sahnesi; hepsi Sinan’ın kendi içindeki çatışmasının göstergesi. Sondaki intihar sahnesi de yeni bir Sinan olarak uyanışının bize yansıtılışı.
Annesine kitap imzaladığı sahne ve o çok sevdiği, her şey ‘senin sayende’ dediği annesinin kitabını okumayışı.. Her şeye rağmen kitabını okuyan tek kişi ise -aslında bir bakıma- Sinan’ın kendisi. Sinan adeta babasıyla aynı yollardan geçen ve onla aynı kadere sahip olan bir karakter. Belki bu yüzden de babasına bu kadar kızgın.
Murat Cemcir bu filmdeki rolüyle aklımdaki diğer her performansını sildi. Oyunculuk kariyerinin miladı bu olmalı diye düşünüyorum. Umarım ilerleyişi bu yönde devam eder.
Filmde kaçırılmaması gereken vurucu diyaloglar var. Serkan Keskin’le olan ‘satılan kutsal nesne’ diyaloğu sonucu köpeği satması mükemmel bir fore-shadowing olmuş. O kısma değinelim. Serkan Keskin kim, rolü ne.. Nietzsche demiş ki; Kişi bilgeliğini çanlarla duyursa da pazar yerindeki satıcılar bozuk paralarla bastırırlar o sesi. Bu söz, yazdığı kitap ve yer aldığı bölümle buraya uyuşması konusunda inanılmaz ironik. Serkan Keskin tam olarak Pazar yerindeki satıcı rolünde. Hep aynı şeyleri yazan, yazdığı ve söylediği çelişen ama her şeye rağmen bunun ekmeğini yemeyi seven biri. Haklıyı bağırarak bastırdığı sahne hayatın acı bir gerçeğiydi.
İmamlarla olan diyalog var bir de.. Sözü altına getirmemek için evirip çeviren ve Sinan’ın her lafının altında ezilen, arkadaşına bakıp destek almaya çalışan, ezbere konuşup asla işini ve kendini sorgulamayan imam karakteri de hayatın bir başka acı gerçeği. Dönüp destek almak istediği arkadaşı kadraja farklı şekilde alındığı için sanki imam seyirciden onay bekliyormuş gibi bir hava sezdim, ben de sohbete katıldım.
Boşlukları doldurmak yerine dolulukları boşaltacak kof nutuklu kaymakam ve kum işletmesi müdürü de yabana atılmayacak cinsten.
Film aşk filmi değil tabi ki; ama aşka da değinmiş yönetmen. Aşkını kaybedince kendini ücra köşede içkiye vuran ve sorun çıkaran tipler muhteşem. Hazar Ergüçlü’nün ağaç sahnesindeki yalnızlığı, çaresizliği, pişmanlığı, yalanları, gerçekliği her açıdan çekilerek bize yansıtıldı, o sahnelerin güzelliğiyse yönetmenlik ve renk kullanımı açısından oldukça başarılı işler.
Çekim ve kurgu hataları var evet, bariz belli birçoğu. Ama yönetmenin derdi bu değil, bize anlatmak istedikleri o kadar büyük bir titizlikle işlenmiş ki; kurgu kopukluklarına takılmayı bırakıyorsunuz. Bu kadar sert diyaloglar, alt kültüre karşı bu kadar keskin bir başkaldırı başka hiç kimsenin asla beceremeyeceği işler. Ders olarak okutulması gereken bir film Ahlat Ağacı. Keskin sahne geçişleri ve dip katmanın normal hayattan hiç ayırt edilemediği rüya sahneleri seviyesine asla erişilemeyecek ustalık ve vuruculukta. Filmden çıktıktan sonra neden yönetmenin bir yazar olmadığını çok düşündüm. Çünkü bu film yaklaşık 400 sayfalık bir romanın 3 saatte bize sunulmasıydı. Adeta bir kitabın bu şekilde beyaz perdeye taşınışı hayret verici bir güzellikte. Böyle bir insanla aynı çağda yaşamak, aynı milletten olmak gurur verici.
İyi film nedir demiştim. Daha önce de bunu sorgulamıştım. Bu filmden sonra iyi ve kötüye karşı bakış açım tamamen değişti. ‘FİLM’ budur, bu olmalıdır; ‘iyi film’ ise asla bunun seviyesine erişemeyeceğini bildiğim için diğer ‘film olmaya aday’ filmleri içine aldığım bir kategori.
Yine de tüm bu çekimlere, karakterlere, oyunculara(Doğu Demirkol’u ayrıca belirteyim), diyaloglara, Akın Aksu ile Ebru Ceylan’ın mükemmel katkılarına ve Bach’ın her sahneye uyum sağlayan klasik müziğini kullanarak müzik zevkinin de ne kadar üst düzey olduğunu kanıtlayan belki de dünyanın sayılı yönetmenlerinden olan Nuri Bilge Ceylan’a rağmen asıl önemli olan ve konuşulması gereken başka bir durum var ülkemizde: Murat Cemcir’in Bennu Yıldırımlar’ın önünü kapatması.
Zeynep Serra Urak
Tarihin en iyi yönetmenine tanıklık ediyoruz. Gururluyuz. Çünkü Nuri Bilge Ceylan, sinema dünyasına adını kazımasına rağmen, yönetmen olmasının yanında harika bir yazar; müthiş bir gözlemci; nefis bir sosyolog olduğunu da bizlere Ahlat Ağacı ile gösteriyor.
Çektiği her film ile bir öncekine göre kendisini geliştiren, farklıyı arayan ve yeniliğe bu kadar açık bir sanatçı oluşu Nuri Bilge Ceylan’ı özel kılan. Her filminin şahsına ait imzası, belli bir düsturu var ancak hiçbiri birbirine benzemeyen, upuzun öyküler izletir bizlere. Ahlat Ağacı ise, şimdiye kadar olanların en farklısı, belki de bu yüzden en özeli. Sürreal anlatımı, bilinçaltı tasavvurları, zaman ve mekandan soyutlanan kurgusu, hareketli kamerası, upuzun detaycı diyalogları, hızlı sahne geçişleri… Nuri Bilge Ceylan, repertuar anlamında ne kadar yetkin olduğunu bir kez daha hatırlatıyor bizlere.
Aslında her kapı Ahlat Ağacı’na çıkıyor, NBC filmografisinde.
Kasaba ile taşrayla tanıştık. Mayıs Sıkıntısı ile Ahlat Ağacı’nın temellerini attık. Uzak ile sınıf çatışmasına giriş yaptık. İklimler ile kadın-erkek ilişkilerini irdeledik. Üç Maymun ile aile trajedilerini izledik. Bir Zamanlar Anadolu’da ile insanlarla tanıştık; öykülerin bütünselliğini izledik. Kış Uykusu ile “aydın” kesime bir göz attık, sosyolojik dertlerimizi yeniden hatırladık ve bunu ilk defa bu kadar edebi şekilde sinemada tartıştık. Şimdi de Ahlat Ağacı ile tüm bu konulara derinlemesine bir irdeleme getiriyoruz.
Ahlat Ağacı politik bir film. Ve her sahnesinde politik olacak kadar cesur bir film. Sınıf öfkesini, alt kültürü, taşrayı, kırgınlıkları, inanmışlıkları, dogmaları, pişmanlıkları, yalnızlıkları; teknik mükemmellikten ödün vermek pahasına çarpıcı anlatmayı yeğleyen bir film. Bir roman okurcasına, taşra hayatının kıyılarında, insanların kendine has dertlerinin arasında, en çok da trajedinin içerisinde bir hayalet gibi dolaşıyor ve insanların dogmalarıyla -yeri geliyor edebiyat oluyor, yeri geliyor din, yeri geliyor aile- tartışıyoruz. Varoluşumuzu tartıyoruz. Biz kimiz? Kime aitiz?
Yarattığı ‘muhalefet’i dile getiren Ceylan, belki de söylemek istediği her şeyi karakterinin ağzından seyirciye bağırmayı bu kadar klas şekilde yapabilen tek yönetmen. Doğruyla yanlışı bu kadar bulandırmayı başarabilen tek yönetmen. Çehov’un klişeleşmiş dramatik unsurlarını bu kadar çarpıcı kullanabilen ve kullandığı her sahnede de izleyiciyi çarpabilen tek yönetmen. -Kendi deyimiyle- karakterlerinin bütünselliği için filmin kurgusal akışını aksatmayı göze alabilecek kadar “dert anlatma derdinde” olan bir yönetmen.
Nuri Bilge Ceylan, Ahlat Ağacı ile kariyer zirvesine çıkıyor. Gurur duyuyoruz.
Akın Arslan