GET OUT – İNCELEME
Ünlü aktör Jordan Peele’nin ilk yönetmenlik deneyimi olan, Oscar döneminin en çok konuşulan yapımlarından Get Out, korku türünün Hollywood’taki en son temsilcisi.
Black Mirror’dan tanıdığımız genç oyuncu Daniel Kaluuya’nın başrolünde olduğu kara mizah unsurları barındıran film, genç bir siyahinin dört aylık ‘beyaz’ sevgilisinin ailesiyle tanışmak üzere şehrin oldukça uzağında ormanın içindeki aile evine yolculuğunu ve ardından yaşadığı absürt olayları konu ediniyor.
Konusundan da anlaşılacağı üzere, film temel olarak bir ırkçılık eleştirisini kendisine dert ediniyor. Tüm senaryo ve diyaloglar, hatta karakterler de bu eleştirinin ışığında yaratılıyor. Film boyunca karşılaştığımız tüm absürtlükler, karakterlerin ağzından çıkan kelimeler, sahnelerin arasına ufak ufak yerleştirilen tüm detaylar filmin ırkçılık eleştirisinde bütünleşiyor ve mantıklı bir çerçeveye yerleşiyor.
Filmde yaratılan karakterler genel manada sığ, klişe ve de korku filmlerinde beklenen tipler olsa da, yönetmen ve senarist Jordan Peele’nin onlara verdiği diyaloglar sayesinde sıradışı hallere büründüklerini söylemek gerek. Hollywood tarzı korku yapımlarında örneklerine sıkça rastladığımız ‘hizmetçi’ teması Get Out’ta da korku unsurlarının yapı taşı niteliğinde, hatta ve hatta filmin korku anlamındaki tek ögesi sayılabilir. Siyahi hizmetçilerin garip hareketleri ve bakışları eşliğinde, yaratılan 1800’lerin Amerika’sı tadındaki malikanede kendimizi çok da güvende hissetmiyoruz ve filmin genel anlamda yarattığı gerilim atmosferi bizleri tatmin ediyor.
Konu ilerledikçe ve kurgusal anlamda hikayenin daha da içine girdikçe, filmin gerilim altyapısının aslında psikolojik altyapısı olabileceğini görme ihtimalimiz artıyor çünkü Jordan Peele, filmin 4 ana karakterinden birini ‘psikiyatrist’ olarak seçmiş durumda. Bu da filmin korku anlamında bizlere manalı, uçuk şeyler olmadan, tatminkar bir gelişme vaat ettiğini gösteren bir umut ışığıydı. Ancak, Peele ne yazık ki bu fırsatı genel manada tepiyor ve filmini Kubrick’in Shining’te yaptığı gibi psiko-gerilim temasına çekmek yerine, Hollywood’un derinliklerinde artık görmekten bıktığımız ve son zamanlarda Netflix furyası ile de sıkça adını duyduğumuz ‘bilinç aktarımı’ tekniğiyle bilim kurguya doğru itiyor.
Anne ve baba karakterine o kadar az sahne yazılmış durumda ki, düğüm sahnelerinde onları gördüğümüzde onlara dair ne hissedeceğimizi bilemeden öylece sahneleri uzaktan uzağa izliyoruz. Onlardan korkmalı mıyız? Onlar bizi tedirgin mi etmeliydi? Bu soruların çoğuna yanıt ararken, karakterleri tam anlamıyla kavrayamadan gerilim sahnelerinin zirve yapışı, filmin oluşturduğu gerilimi tamamen yok ediyor. Bir de üstüne, filmin bütünselliğini çok bozmasa da, -hatta yer yer eğlenceli olsa da- bu noksanlığın üzerine komedi de eklenince, bir korku filminden ziyade üçüncü sınıf bir aksiyon filmi izliyor gibi hissedebiliyoruz kendimizi.
Film, kurgu ve olay örgüsü bakımından bizlere hiç tatmin edici bir deneyim vaat etmese de, içerdiği göndermeler ve diyalog yazımı açısından oldukça takdire şayan. Yazının başında da belirttiğim gibi, ırkçılık sorununu kendine konu edinen Peele, filmini baştan aşağıya bu tema üzerine tasarlıyor. Mekanlardan tutalım, karakterlerin kıyafetlerine kadar adeta eski dönem köleliğin kol gezdiği Amerika’nın bir taşrasında yaşananlara tanıklık ediyor gibiyiz. Karakterlerin konuşma tarzı, hatta kullandıkları kelimeler, siyah insanlara bakış açıları, ‘gümüş kaşık’ ile siyahları kontrol altında tutmak, mısır gevreğinden ‘beyaz’ sütü ayırarak tüketmek, hepsi ırkçılığın kol gezdiği bu minimal Amerika’da bizlere yöneltilen eleştirel ögeler. Bu manada, filmi detaylıca kurcalayacak olursak, neredeyse 5-6 cümleden birinde ya bir foreshadowing’e rastlıyoruz, ya da metaforik, ya da satirik bir göndermeye.
Peele, final olarak şık bir tercih kullanıyor. Yarattığı ırkçılık temasından dolayı zaruri bir şekilde, beyaz ırkçılara duyduğumuz nefret, ana karakterimizde vücut buluyor ve etraf tam da beklentimizi karşılayacak şekilde kan gölüne dönüyor. Tabii bu sahneler, düşüncesi kadar şık olmuyor ne yazık ki ve neredeyse 15 dakika boyunca, klişe aksiyon sahnelerine maruz kalmak zorunda kalıyoruz.
Genel olarak, Oscar adaylıklarının temelinde ırkçılığa dair eleştirilerinin yattığını düşündüğüm, ortalama -özel olarak belirtmeye gerek olmayan- oyunculuklara sahip, Hollywood korkuları içerisinde hatrı sayılır bir yer edinecek Get Out, ilk 45 dakikasında yarattığı gerilim atmosferi ve korku ögeleriyle; incelikli yazılmış diyalogları ve yine aynı incelikte düşünülmüş mekan tasarımları ile yılın başarılı filmlerinden sayılabilir. Ancak yine de, bir Hollywood filminden ne kadar beklentimiz olursa, Get Out’tan da o kadar beklentimizin olması bizleri hayal kırıklığına uğratmıyor; ne yazık ki.